Physical Address
Indirizzo: Via Mario Greco 60, Buttigliera Alta, 10090, Torino, Italy
Physical Address
Indirizzo: Via Mario Greco 60, Buttigliera Alta, 10090, Torino, Italy

(İSTANBUL) – CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Sultangazi’de mitingde yaptığı konuşmada “Elbette terörsüz bir Türkiye istiyoruz ama terörsüz ve demokratik bir Türkiye istiyoruz. Ama bir yandan birileri ‘barış’ diyecek, bir yandan üç belediyemiz, DEM’in 10 belediyesi toplam 13 belediye kayyımla yönetilecek. Kürtlerin belediye meclislerine girmesi suç sayılacak. Kent uzlaşısından tutuklular hala içeride olacak. AYM kararına göre Tayfun Kahraman hapiste duracak. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına göre Selahattin Demirtaş, Osman Kavala içeride olacak; siyasi tutsaklar içeride olacak. Bir tarafta zulüm, bir tarafta barış olmaz. Bir tarafta haksızlık, bir tarafta hakkaniyetli bir iş olmaz. Kendi cesaret edemediği işi başkasına yaptıran Erdoğan denen kişi; ya hükümet gibi hükümet ol, ya da yapamıyorsan getir sandığı, yapacaklar göreve hazır diyorum” dedi.
CHP, Sultangazi’de “Millet İradesine Sahip Çıkıyor” sloganıyla miting düzenledi. Mitinge konuşan CHP lideri Özel, şunları söyledi:
“Sayın Erdoğan, Sultangazi’de kışın ortasında, Kasım’ın 19’unda, gecenin bir yarısında on binlerce kişi ‘istifa, istifa’ diye… Bunun sebebi gelirken bindiğiniz demokrasi treninden ilk kaybettiğiniz seçimde inmenizdir. Yoksa bu insanlar evlerinde oturur, hizmetlerinize bakarlar, sandık gelince karar verirler. Millet kimi seçerse o gelir, millet kimi seçmezse o gider. Ancak artık Adalet ve Kalkınma Partisi siyasi rekabeti bıraktı. Bir kere yenildi, bir anda şanzımanı dağıttı. Sokakta onlardan güçlüyüz, sandıkta onlardan güçlüyüz. AK Parti’nin kadın kollarına, Sultangazi kadın kollarına güveni yok. AK Parti’nin ‘AK Gençlik’ dedikleri Sultangazi gençlik kollarına güven yok. Ana kademeye inanç yok, partinin milletvekiline inanç yok. Seçimi kazanamayacaklarına karar vermişler, demokratik siyasette havlu atmışlar. AK Parti’nin yargı kollarını kurmuşlar. Bir Cumhuriyet Başsavcısı eliyle; Tayyip Erdoğan minderden kaçarken, yıllardır oynadığı, kazandığı müsabakayı kaybettiği için, kaçarken mindere, sahaya cübbeli savcıları sürüyorlar. Ve Cumhuriyet Halk Partisine 19 Mart günü başlattıkları darbe sürecini ilerleterek CHP’yi geriletebileceklerini sanıyorlar.
İşte bütün darbelerin kendine ait süreçleri, sonuçları olur. 19 Mart darbesinin başındakini biliyorsunuz, kimi kullandığını biliyorsunuz, yöntemlerini biliyorsunuz. En sonunda parti kapatmaya kadar geldiler. Meselenin ne kadar siyasi olduğunu biliyorsunuz. Ama şunu da bilin: Bütün dünya, otoriter liderlerin nasıl yükseldiğini, ülkelerine ne yaptığını, demokrasiye neler ettiğini yazan kitaplarla dolu. Ama dünyada bu otoriter popülist liderlerin nasıl yenildiklerini, yerine nasıl demokrasinin geldiğini yazan bir kitap yok. Var mı? Var, ama yazım aşamasında. Kim yazıyor? Siz yazıyorsunuz. Siz o kitabı yazıyorsunuz; bu meydanlar yazıyor, bu on binler, yüz binler, milyonlar yazıyor. 71 mitingdir sokaktan ‘gel’ deyince gelen, ‘dön’ deyince dönen 11 milyon insan yazıyor. 19 Mart darbesine karşı, 23 Mart’ta ‘ön seçime gel, dayanışmaya gel’ dediğimizde, iki elinde bastonuyla, kamburuyla, 90 yaşında sandığı tırmanan teyze yazıyor. Karnındaki 3 aylık bebeğiyle Ekrem Başkan’a, partiye, yani o bebeğin geleceğine sahip çıkan o anneler yazıyor. Siz yazıyorsunuz o tarihi.
“8 aydır gece gündüz merkez medyasından yandaşına hep birlikte haksızca saldırdılar”
Daha öncesinden belliydi gelişleri. Üç ayda başladılar; 11’inci ayın ortasındayız. 8 aydır gece gündüz, TRT dahil A Haber’inden TGRT’sine, merkez medyasından yandaşına, irisinden ufağına kadar hep birlikte haksızca saldırdılar. Sürekli attıkları yalanları servis ettiler. Onlar yalan atmaktan yılmadı; biz doğrusunu anlatmaktan asla geri durmadık. Ve hep dedik: ‘Hadi, iddianameyi getirin. Yargılanmak için değil, yargılamak için bekliyoruz. Bu yalanların hepsini tek tek çürütmek için bekliyoruz.’ Üç gizli tanıkla 19 Mart günü başladılar. İddianame çıktı: 15 gizli tanık, 76 itirafçı–iftiracı ve bir tek kanıt olmadan sadece ‘Ben böyle duydum’, ‘Ben şuna vermişler diye biliyorum’, ‘Böyle tahmin ediyorum’ ve ellerine bütün kayıtlarla ‘Şirketine el koydum; at imzayı, çık dışarı, kurtar şirketini; evladından seni ayrı koydum; at imzayı, kavuş evladına’ gibi zorlamalarla aldılar, yazdılar, söylediler. Arkadaşlarımız da dedi ki: ‘Kendimizden eminiz. Bir kör kuruş ispat edemezler.’
Güya 3 bin 900 sayfalık iddianame çıktı. Ancak o iddianamede, ilk gün savcılığın bilgilendirmesiyle TRT dahil 14 kanal ‘560 milyar lira yolsuzluk’ dediler. Yalan çıktı; iftira. İddianamede yok. Efendim, ‘1200 tane cep telefonu alındı, CHP delegelerine dağıtıldı’ dediler; bir tekinin bile ispatı yok, iddianamede iddiası yok. ‘İmamoğlu’nun lüks arabaları’ dediler; MHP’lilerin çıktı. ‘Fatih Keleş’in evindeki parkenin altından 2 milyon dolar çıktı’ dediler; 2 lira bile çıkmadı. Bunu söyleyen gazeteci ‘İnsan bazen yalan atar’ dedi, işin içinden çıktı. İçerideki arkadaşlarımızın toplandıklarını, toplantı yaptıklarını, ellerinde bavullarla, paralarla gittiklerinin videosu var dediler; kuyruklu yalan çıktı, iddianamede o da yok. Dünden itibaren her yalana ‘yalan’ damgasını dan diye alnına vuruyoruz.
“TRT yayınlasın, televizyonlar yayınlasın; iftirayı da göreyim, iftiracıyı da”
Ben bu yapılan 8 aylık zulmü unutmam. Kış geçer, yaz gelir; kurt yediği ayazı unutmaz. Hesabını soracağız. Kolay mı öyle? Çoluk var, çocuk var; eş var, dost var; konu var, komşu var. Herkesin çocuğunun okulunda sıra arkadaşının, onun çocuğuna soracak sorusu var. Çık, 8 ay boyunca yalan at, insanların eşlerine, babalarına, evlatlarına iftira at; sonra kanıt bulama. ‘Ee, ne yapalım, bazen de yalan olur…’ Ben o zaman söyledim: ‘Bu savcılar kendini kurtarır; siz açıkta kalırsınız’ dedim. Bunların gazına gelip iftirayı yayanlara da, önlerine imzalatılan kağıda imza atıp iftira atıp kenara çekilenlere de teker teker kanıtlar sorulacak. Bu iddialar çökecek. Aha da bu kadar kendimize güveniyoruz. TRT yayınlasın, televizyonlar yayınlasın; iftirayı da göreyim, iftiracıyı da. Aslan gibi arkadaşlarımızın cevaplarını da millet görsün.
“Savcı ‘oyuncu’ getiriyorsa bu da oyundur, bu da kurgudur, bu da yalandır; suçüstü yakalanmışsındır”
19 Mart günü geldiler, Ekrem Başkanı aldılar, götürdüler. Açtılar, dediler ki: ‘Bir gizli tanık var, bu her şeyi itiraf etti. Gizli tanığımızın adı Meşe. O böyle diyor, ne diyorsun?’ Ekrem Başkan dedi ki: ‘Yalan.’ ‘Meşe böyle diyor, böyle diyor, böyle diyor, ne diyorsun?’ ‘Hepsi yalan.’ 19 Mart’ta 3 tane gizli tanık vardı: Meşe, Ladin, Çınar. Üç odun. Bunlar bir sürü şeyi söylemiş; Ekrem Başkan hakkında ifadeleri Meşe vermiş. 23’ünde tutukladılar, 8 ay sonra iddianame yazdılar; Meşe yok. Nerede bu Meşe? Meşe kafayı yemiş. Kimi diyor intihar etti, kimi diyor öldü, kimi diyor kaçtı, kimi diyor ‘anlaştığını alamadı, parça kırdı.’ Bu iftiraların hepsini attırdıkları Meşe’yi iddianameye koymadılar. 19 Mart günü ortada olmayan ‘İlke’ diye birine Meşe’nin söylediğini kopyalayıp yapıştırdılar.
Bakın Sultangazi’nin güzel insanları; gizli tanık bir gerçek kişidir. Sadece yüzü gizlenir, sesi gizlenir. Söylediğine göre kanıt bulunursa işlem yapılır, bulunmazsa onun da söylediğinin kıymeti yoktur. Ama gerçek kişi olacak tanık, 8 ay önce konuşup ona göre içeriye insanları atıp 8 ay sonra ‘Ben tanık değiştirdim, aynı lafları Meşe demedi, İlke dedi’ diyemez. Yahu futbol maçında oyuncu değiştirilir, oyundur; basket maçında oyuncu değiştirilir, oyundur; tiyatroda bir oyuncu hasta olur, yerine başka oyuncu koyulur, oyundur. Mahkemede tanık değiştirilir mi? Aynı kişi gidip yerine başka isimle aynı kişi gelir mi? Demek ki savcı ‘oyuncu’ getiriyorsa bu da oyundur, bu da kurgudur, bu da yalandır; suçüstü yakalanmışsındır.
“Tutuksuz yargılama yapın, TRT’den canlı yayınlayın”
Biz de milletimiz de ailelerimiz de adaletin samimi duacısıyız; başka bir şey için değil. Buradan Erdoğan’a sesleniyorum: Nasıl FETÖ’de baltayı taşa vurduysan… Ben ‘Ergenekon’ dedim, ‘Balyoz’ dedim, ‘kumpas’ dedim, kitap yazdım; sen ‘Ben bunların savcısıyım’ dediysen, arkasında durduğun Zekeriya Öz, Mustafa Balbay’ı, Mehmet Haberal’ı hapse attı; Genelkurmay Başkanını terör örgütünün başı yaptı, hapse attı. Biz o gün orada duruyorduk; sen savcının arkasında duruyordun. Bugün o Zekeriya Öz, darbecilerin Zekeriya Öz’ü sıçan gibi yurt dışına kaçtı; benim Mustafa Balbay da Mehmet Haberal da Genelkurmay Başkanı da aramızda, alnı açık, başı dik geziyor.
Şimdi bir kez daha aynı kumpasın içindesiniz. İddianame yazıldı. Ak Toroslar çetesinin arkasında duramadığını görüyorum. Ekrem Başkan’a hırsız, rüşvetçi, yolsuz dediniz; bugün diyorsun ki ‘Vallahi Özgür Bey savunuyor, ben bir şey demiyorum, yargının işidir.’ Belli ki o bomboş iddianameyi savunamayacak hale geldin. Buradan davette bulunuyorum: Ak Toroslar çetesini dağıtın. Bu işlerde baltayı taşa vurdunuz. Millet iddianameyi de, iftirayı da, oyunu da gördü. Tutuksuz yargılama yapın, TRT’den canlı yayınlayın; artık bu millet bu dertten kurtulsun, bu milletin derdine odaklanılsın. Hizmet yarışı olsun. Bu yargı kollarını çekin, tutuksuz yargılama başlatın. Erdoğan, Sultangazi sandığı istiyor, adayını istiyor, erken seçim istiyor, bu kara düzenden kurtulmak istiyor. Sultangazi’de bıçak kemikte, bıçak kemikte.
“Boğulursa MHP boğulsun diyen Erdoğan’a söylüyorum”
Elbette biz terörsüz bir Türkiye istiyoruz ama terörsüz ve demokratik bir Türkiye istiyoruz. Bunun sorumluluğunu samimiyetle üstlendik, üstlenmeye devam ediyoruz. Ama bir yandan birileri ‘barış’ diyecek, bir yandan bizim üç belediyemiz, DEM’in 10 belediyesi toplam 13 belediye kayyımla yönetilecek. Kürtlerin belediye meclislerine girmesi suç sayılacak. Kent uzlaşısından tutuklular hala içeride olacak. AYM kararına göre Tayfun Kahraman hapiste duracak. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına göre Selahattin Demirtaş, Osman Kavala içeride olacak; siyasi tutsaklar içeride olacak.
Siz bir yandan ‘Barış’ diyeceksiniz, bir yandan başka bir süreç yürüteceksiniz. Kimse bizden şunu beklemesin: Biz bugün orada burada bir partinin içine nifak sokacak, o siyasi hareketin aktörlerinin arasına girecek bir parti değiliz; olmadık, olmayız. Meşru siyaseti takip ederiz, meşru muhataplara sonuna kadar saygı duyarız. Ama diğer yandan barış isterken bunu getirmeyen, ‘Derenin boyunu görmek için bile ben girmeyeyim, MHP önden girsin; boğulursa o boğulsun, derenin içine o girsin’ diyen Erdoğan’a söylüyorum. Böyle mecliste yürürken bir karış mesafeden sorulan soruyu duymayan Erdoğan’a söylüyorum: Ülkeyi sen yöneteceksin; rektörü sen atacaksın, valiyi sen atacaksın, emniyet müdürünü sen atacaksın; yolu sen yapıp sen açacaksın; her şeyiyle sen övüneceksin; sıkışınca MHP’yi öne süreceksin; sıkışınca soruyu duymazdan geleceksin; iyi olursa kendine yazacaksın, kötü olursa sen sıyıracaksın, başkalarından hesap soracaksın. Bu siyaset çok gerilerde kaldı.
Buradan, ilk kez Sultangazi’de, rahmetli Sırrı Süreyya Önder’in bana da pek çok arkadaşına da anlattığı bir hikâyeyi milletimizle paylaşayım. Sırrı Süreyya Önder dedi ki: ‘Bu Akın Gürlek’i sen bilmezsin, ben bilirim. Biz 2015’te Dolmabahçe sürecine girdik; ‘Git’ dediler, gittik; ‘Gel’ dediler, geldik. Nevruz’da mektubu sen okuyacaksın dediler; barış olsun diye çıktım okudum. Sonra Erdoğan zoru görünce ‘Dolmabahçe’den haberim yoktu’ dedi. Duracak bayrağın yerine kadar telefonda konuşuyordu; ‘Haberim yoktu’ dedi. Beşir Atalay’ı, kendi heyetini siyaset dışına attı; bizim tarafı da mahkemelerin önüne attı. Ve ben 2015’te okuduğum mektuptan 3,5 yıl hapis cezası aldım’ dedi. Hakim kim? Akın Gürlek. Allah gani gani rahmet eylesin. Bakın, rahmetli dedi ki: ‘Kürsüye yürüdüm, Akın Gürlek’e işaret ettim. Uzattı başını, ‘Ne diyorsun?’ dedi. Dedim ki: ‘Bana buradan ceza verme; başka bir maddeden iki katını ver. Buradan verme.’ ‘Niye?’ demiş. ‘Bir daha barış için inisiyatif alacak kimseyi bulamaz bu devlet’ dedim’ diyor. ‘Sırıttı, bastı 3,5 yıl cezayı, hiç acımadı’ diyor.
Şimdi bugün, bir yandan bir tarafta komisyon, barış; öbür tarafta Sırrı Süreyya’yı bir önceki dönem üstlendiği şeyden, işler değişince hapse atan Akın Gürlek’in bizimle uğraşısı. Bu çelişki burada durdukça, bu adam burada durdukça nasıl ilerleyecek bu süreç dediğiniz şey? Açıkça söylüyorum: Bir tarafta zulüm, bir tarafta barış olmaz. Bir tarafta haksızlık, bir tarafta hakkaniyetli bir iş olmaz. Kendi cesaret edemediği işi başkasına yaptıran Erdoğan denen kişi; ya hükümet gibi hükümet ol, ya da yapamıyorsan getir sandığı, yapacaklar göreve hazır diyorum. Açıkça söylüyorum: Yönetemeyenden cumhurbaşkanı olmaz; paçayı sıvamadan başkasının boyuyla derenin boyu ölçülmez. Burada kaçak dövüşerek, milleti öne atarak saçma sapan bir siyaset olmaz.
Ben bir kez daha Cumhuriyet Halk Partisi’nin kardeşliğe, barışa olan inancının altını çiziyorum; aldığımız sorumluluğun altını çiziyorum. Ancak ilk gün dedim, ‘fikrimizdir gireriz, CHP’nin olduğu değil, olmadığı komisyondan korkun’ dedim. Bundan sonra da Cumhuriyet Halk Partisi doğru bildiği yerde doğru bildiğini söyleyecek, doğru bildiğini yapacak. Bu milleti hiç kandırmadı, hiç kandırmayacak; hiç aldanmadı, hiç aldanmayacak; hiç aldatılamadı, hiç aldatamayacak. Neredeysek orada duruyoruz. Erdoğan’ın tiyatrosunu da görüyoruz, samimi olanları da görüyoruz. Bütün samimiyetimizle de diyoruz ki: Hiç korkmasın. Her şeyin bir çaresi var; onun da adı Cumhuriyet Halk Partisi.”
Kaynak: ANKA